HUBERT NYSSEN, EDİTÖRÜN
SAĞDUYUSU, L'ŒIL NEUF YAYINLARI, 2006
ÇILGINLIĞA ÖVGÜ
O gün, okuma dersi
için büyükannem Don Kişot’ tan gençlerin okumasına uygun şekilde uyarlanmış,
içinde değirmenlerle savaşın geçtiği bölümü seçti. Bana bu öykünün hangi dilde
yazıldığını bilip bilmediğimi sordu. Emin olamıyordum, bunun üzerine kulağıma
yanıtı fısıldadı: İspanyolca. Sorusunu bir diğeri izledi: Peki onu, yani bu
öyküyü hangi dilde okumuştum? Fransızca demez olaydım bu kez de “seni küçük
kurnaz adam ” diye söze başlayıp, “ İspanyolca yazılmış bir öyküyü, Fransızca
mı okudun ?” dedi.(…)
O gün, adını
koyamadığım bir dünyadan fakat iyi olacak bir dünya için beni uyandırmaya
geldi. Her şey biranda muzip soru tarafından oldu. kitap, okuma, metin ve çevirisi.
Her şey onun içindeydi: Keşif, macera, yazı, yetenek(…)
İki defa denedikten sonra üçüncüde Editör oldum.
İlk denemem üniversite yıllarımdaydı. Benim
kuşağımın ergenlikten ve işgalden çıktığı zamanlardı, Hiroşima ve daha sonra
Nagasaki'deki korkunç patlamalardan sonra savaş sona ermişti. Ve Brüksel
Üniversitesi eğitime yeniden başlamıştı. Savaşta öğrendiğimiz şiddetten ve
kanunsuzluktan çıkmış, kendimizi içine atıldığımız korkunç dünyanın parçalarını
yeniden birleştirmeye olanak sağlayacak tek şeyin yazı olduğu düşüncesiyle bir
yayınevi kurma amacındaki küçük bir grubun içinde bulduk. Aynı
zamanda, kendi ağızlarından "bilgi"lerini toplamak için, geçici
yazarları ve Paris'ten gelmeyi kabul eden birkaç yazarı topluluğumuza davet
ettik.
Cahiers des saisons adındaki yayınevi asla refah
ve şöhret sahibi olmayacaktı. Savaş ve aşk şiirlerinden oluşan bir seçkiden
oluşan tek bir kitap yayınladık ve bu kitapla projemiz de kısa sürede sonlandı.
Nedenine gelince; sıfır deneyim, özkaynak yokluğu, okuyuculardan, yardımlardan
yediğimiz darbe, …işte sonuç.
Birkaç yıl sonra, bu şehirde açmış olduğum küçük
bir tiyatro, biraz sermaye ve biraz köylü sayesinde oldu ikinci editörlük
girişimim. gösterilerin sonunda perde kapandıktan sonra sergilenen piyeslerin
çoğunu yayımlamayı kafaya koydum. Yirmi yıl sora tiyatroda Güney
Eylemleri kataloğunu açtığım zaman, önlemlerin alındığının kanıtıdır.
Neydi, dedi geçerken, danıştığım ancak görüşlerine katılmadığım müşavirlerin
gözü önünde yapılmış öyle bir çılgınlık manifestosuydu. ( ... )
Bu tiyatroda sahnelediğimiz piyesler bazı
başarılar elde ettiler, yayımlananların başarısı ise oldukça düşüktü. Ve
editörlük deneyiminden bir kez daha, sessizce, yüreğim sızlayarak çıktım.(…)
Bu deneyimle, genellikle yadsıdığımız ya da hırpaladığımız
bu gerçekliklerden birini anlamaya, üzerinde çalıştığımız bir yazarın
metinlerine indirgenmemesi gerektiğini, açılmak istediği alanları tanımak için
yazarı davranış alışkanlıkları içinde büyük bir özen ve dikkatle incelemek
gerektiğini öğrenmeye başladım.(…)
Editör nasıl olunur? Bir hanedanın
mirasçısı, ya da kafasına göre hareket eden bir edebiyatçı olunabilir. Saygın
olarak tanımlananan bir dünyaya sızma isteği olabilir. Bir kapris, bir hata ya
da hata sonucu olunabilir. Ortada olmayan bir şeyi yapan, her şeye atlayan,
dalgın, usulca sokulan kurnaz tilki ya da genç bir kurt. Fakat kimi zaman da
gelişigüzelde editör olunur.
KEŞİF
SANATI
Gencecik ya da son derece yaşlı birisi bile
olsa, edebiyat editörü kendisini zaman zaman bir kâşifin görevini üstlenmiş
gibi hisseder. (...)
Şüphesiz, alışılmış yöntemleri alt üst
ettiğinden ve başarısızlığa uğrattığından, bilgeliğinin bir parçası olan
delilik ona her zaman eşlik eder ve ona alışkanlıklara ve kurallara bağlı güçlü
karşılaşmalarda özel bir güç verir. Bu güçle, editörün keşfi sembolik
önemler elde eder. Bu bulunan güç kendisini Montaigne'i başka kelimelerle
ifade etmek için başka yürekliliklere adar. ( ... )
23 Temmuz 1990'da,
André Markowicz ile Passy istasyonunun peronunda yangın nedeniyle geciken
metroyu bekliyordum. Kravtchenko'ya ilişkin birkaç
noktaya açıklık getirmek için Paris'te ziyaret ettiğimiz Nina Berberova'dan
dönüyorduk. Anidençevirmen Markowicz, Toulouse-Lautrec tablolarından çıkmış
gibi, karşı konulmaz bir lütuf, zeka ve çekicilikle, bana meydan okudu. Yeni
bir çeviride Dostoyevski'nin eserlerinin editörlüğünü üstlenmeye hazır mıydım?
Yeni bir çeviri mi? Mükemmel örneklerini okuduğumu anımsadığım bu yapıtın
çapını düşünürken, yeni bir çeviri mi? diye mırıldandım. O zaman Markowicz
bana, sanki zamanın dışındaymışız gibi uzun uzadıya, sabırla bana
Dostoyevski’nin biçemindeki, o aklımdan geçen çevirilerin yansıtmadığı
akıcılığı, vurgu ve tonlamaları, dilsel ahengi ve hatta müzikal senkopları
anlattı. Bu çeviriler, Dostoyevski gibi zariflikten özellikle de
Fransız zarifliğinden dehşete düşen birisi için çekilmez dercede zarifti.
Anımsattığım çeviriler için Markowicz, ihanete haykırırcasına , bunların “
güzel sadakatsizler ” olduğunu söylüyordu. Céline’i okuduktan
sonra, Dostoyevski Chateaubriand’ın diline çevrilemeyeceğini de ekledi.
YANLIŞ
TANIMLANMIŞ BİR NESNE, KİTAP
30 Haziran 1971 tarihli bir mektupta, Albert
Cohen, neşeli ve şakacı bir şekilde beni öldüğünde gömülürken gereken özen ve
dikkatin gösterilmemesi konusuna şahit kıldı. “ Beni, içi güzelce kapitone
beyaz ipekli kumaşla kaplanmış, cilâlı meşeden bir tabutun, tabutumun, son
mülkümün içine giydirilmiş olarak rahatsız ve homurdanıp duran bir şekilde
yerleştirecekler diye yazıyordu. Embesiller beni düzgün giydirmeyi bilemeyecekler,
giydirilen kömür rengi takımın içinde sıcaktan fenalaşacağım, oysa ben olsam
daha güzel olan açık griyi tercih ederdim ama onlar bana her istediklerini
yapacaklar, kravatımı da kötü bağlayacaklar, kötü törenlerde ölülere böyle
davranılmıyor mu sanki..." Birkaç hafta sonra Albert Cohen'i
Cenevre'de tekrar gördüğümde, kendisine mektubunda, eserindeki endişeye dair
tuhaf bir eğretileme yaptığını gösterdim. Bana gülümseyerek öyle bir bakış
fırlattı ki, fena halde yanıldığım anlamına da gelebilir, her şeyi anladığım
anlamına da. Her ne olmuş olursa olsun, mektuptaki itirazı benim için yapıtla
kitabı birleştiren bağın heyecan verici bir ifadesi olarak kaldı. “Aptallar,
beni doğru düzgün giydirmeyi bilemeyecekler.” Kitap yapıta lâyık mı?
İşte, "editörün sağduyusu" demeye
gelen kişi - benim kimi zaman "çılgınlık" olarak dile getirdiğim,
ancak "düşünce ayrılığı" ya da "isyan" olarak da
adlandırabildiğim sağduyu, bu kavramlar çerçevesinde, çıkarlarından ötürü
liberal olduğunu söyleyen bir toplum - yazma ve okuma arasındaki belli
gelgitlerin sonrasında ne olmak istediğinin ispatını bulacaktır. Bunu anlamam,
özenli uygulamalar yapmam için senelere ihtiyacım vardı. Bunu anlamak için
bana, gerçek bir yazara göre editörün ilk görevinin, ticari olmaksızın,
dikkatli sorgulama, yazdığı ve yazılı olduğuna inandığı ayrımın algılamasında
olduğu gibi düzenli uygulama seneleri gerekliydi.(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder